Türkiye zor günlerden geçiyor. Sosyal dokumuza yönelik iç ve dış dinamiklerin bilinçli sosyal mühendislik çalışmaları ile Türkiye bir "etnik cehenneme" çevrilmek isteniyor. Türkiye'den insan hakları adı altında etnik haklar talep eden Avrupa Birligi, ülkemizde desentegrasyonist her süreci maddi ve manevi bütün imkanlar ile desteklerken, devletimizin meşruluğunu tartışmaya açıyor ve sorguluyor.
ASAM yayınları arasında çıkan Tamer Bacınoğlu ve Andrea Bacınoğlu'nun "Modern Alman Oryantalizmi" adlı eserinde Türkiye'ye yönelik etnik politikaların acımazlığı ortaya konuluyor. Türkiye'de desentegrasyonu teşvik eden AB'nin lider ülkesi Almanya ise kendi içinde Türk varlığına tahammül edemiyor. Alman İçişleri Bakanı Otto Schilly bir açıklama yaparak Almanya'nın homojen, Türkçe konuşan ve Türk kültürünü yaşayan Türk bir azınlık istemediğini açıkladı. İçişleri Bakanı Otto Schilly, bundan dolayı Türklerin asimile edilmesi gerektiğini ileri sürmektedir.
Bakan Schilly'in ifade ettiği hususlar uzun bir süreden buyana Almanya'nın Türkiye Politikasının temelini oluşturmaktadır ve yeni değildir. Yeni olan husus Alman Dışişleri Hansdietrich Genscher'in iç savaşda olan Yugoslavya modelini 1992'de Türkiye'ye önermesinden buyana hiçbir Alman yetkilinin Türkiye ve Türklerle ilgili bu kadar açık konuşmamasıdır.
Alman İçişleri Bakanının konuşmasında altı çizilmesi gereken bir iki yer var. Bakan Türkleri homojen istemiyor. Yani Türkler dağıtılmalıdır. Aralarındaki her siyasal, toplumsal, etnik, mezhepsel farklılık desteklenmeli, teşvik edilmeli, derinleştirilmelidir. Böylece, Türkler Almanya'da ciddiye alınacak politik bir güç, sosyal bir unsur olmaktan çıkacaklardır. Ancak bu da yeterli değildir. İkinci aşamada bu parçalanan unsurlar Alman devlet/toplum yapısı içine emileceklerdir. Bunun için Alman İslamı ortaya çıkarılmıştır. Bu İslam anlayışının iki açılımı vardır. Sunnhi Alman İslamı ve Alevi Alman İslamı. Alman İslamını oluşturmada en büyük araç Almanca din dersi eğitimidir. Din dersi Almanca olunca orta vadede Türklük ve İslam arasındaki özdeşlik kurulacak Türkiye ile bağlar zayıflayacaktır. Ancak, önemli bir hususta Türkçenin unutturularak, Almancanın anadil haline getirilmesidir.
Türkçeyi kaybeden Türkler kısa zamanda Alman kültürü içinde yok olacaklardır.
Bir süre sonrada Sunnî ve Alevi "Almanların" katolikleştirilmesi ve protestanlaştırılması çalışmaları başlayacaktır.
"Türk Aleviliginin Yükselişi" adlı bir çalışmaya yazılacak bir ön söz böylemi başlamalıydı diye sorabilir okuyucu kendine. Eminim ki, kitabın yazarı, muhterem agabeyim rahmetli Muzaffer Özdağ'ın bu takdim yazısı mutlu ederdi. Çünkü, bu kitabin konusu, gerçek konusu bölünmememiz. Farklı anlayışlarımızla, yorumlarımızla, lehçelerimizle, siyasi anlayışlarımız ile bir olmamız gerektiğini vurguluyor. Bir olmaz isek yok olacağımızı netleştiriyor. Türkiye'den başka gidecek yerimiz olmadığını vurguluyor. Bu ülkede ya kendimizin efendisi ya da başkalarının kölesi olabileceğinin ve üçüncü bir seçeneğin olmadığının altını çiziyor.
Tarihsel olarak bize ait olmayan ve ne yazık ki tarihimizin bir parçası olan, milletimize büyük VI acılara mal olan Sunnilik-Alevilik gerilim alanını 21. yy.'a taşımama konusunda büyük bir kararlılık içinde olmalıyız. Esasen Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, laik devlet sistemini benimseyerek, gerilim alanlarını zayıflaşmıştır.
Bize düşen, birbirimizi anlamak sevmek, hoşgörü göstermek ve Türkiye için birlikte çalışmaktır.
Türk halkı, 21. yy.'a yüzlerce yıldan beri bizi kemiren, zayıf düşüren, komplolar kurulmasını kolaylaştıran gerilimleri taşımadan girmelidir. Aşık Veysel'in dediği gibi:
"Muhabbetin canda haslardan hastır
Avutur Veyseli bir şen piyestir.
Türk adı babamdan bana mirastır
Daha bundan başka adı neyleyim.