
09.10.2023
YEMEN- Sema İlerisoy
Yemen, coğrafi konumu itibarıyla Kızıl denizin Hint Okyanusu’na açıldığı kapıdır. Afrika boynuzu ile birlikte Bab’ül Mendeb boğazının doğu kıyısında yer almaktadır. Yeryüzünde denizler üzerinde seyreden malların % 70 gibi büyük bir oranı Süveyş Kanalı, Kızıldeniz ve Aden Körfezinden geçtiği varsayılırsa, Aden Körfezi ve bölgenin istikrarının ne kadar önemli olduğu tahmin edilebilir. Geçmişten günümüze gerek dağlık coğrafyası gerekse toplumsal yapı nedeniyle Yemen, idare altına alınması en zor coğrafyalardan biri olmuştur. Şia’nın bir kolu olan fakat İran Şiiliğinden birçok hususta ayrılan Zeydilik mezhebi, Yemen’de hayat bulmuş ve yaşamaktadır. Ayrıca toplumsal yapı incelendiğinde ise geleneksel olarak aşiretlerin Yemen sosyal ve siyasi hayatını derinden etkilediği de görülmektedir. Yemen’de iktidar aşiretlerle mezhepler arasına bölünmüş de diyebiliriz. Yemen’de Şiilik kadar Sünnilik de yaygın bir mezheptir. Sünniliğin Şafi mezhebine bağlı olan nüfus da Yemen siyasi hayatını etkilemektedir. İran devriminden sonra İslam coğrafyasında %10 gibi küçük bir nüfusa sahip olsalar da Şiilerin İslam coğrafyasını etkiledikleri aşikârdır. Günümüzde Irak, Suriye ve Lübnan gibi devletlerin mezhep çatışmalarından muzdarip olduğunu görüyoruz. Bu istikrarsızlık kuşağında yer alan Yemen devletinin bundan nasibini almaması mümkün değildir. Ortadoğu coğrafyasında Şii-Sünni gerilimi Yemen’de diğerlerine nazaran daha köklüdür. İç çatışmaların devlet geleneği haline geldiği Yemen’de Mezhep sorunları yanında birçok sorun da mevcuttur. 1990 yılında gerçekleşen Kuzey Yemen Güney Yemen birleşmesi sonrası ayrılıkçı hareketler bunların başında gelmektedir. 2010 yılı ve sonrası Ortadoğu ve Arap dünyası için tarihi gelişmelere tanık olmuştur. Yıllardır iktidarda olan liderler teker teker devrilmiş ve halkın demokrasi talepleri gündeme gelmiştir. Tunus’ta başlayan devrim ateşi tüm Arap dünyasını sarmış ve bundan nasibini Yemen de almıştır. 1978 yılından beri iktidarda olan Devlet başkanı Abdullah Salih görevi bırakmak zorunda kalmış ve Yemen’de yeni bir dönem açılmıştır. Şia’nın bir kolu olan fakat İran Şiiliğinde birçok hususta ayrılan Zeydilik mezhebi, Yemen’de hayat bulmuş ve yaşamaktadır. Ayrıca toplumsal yapı incelendiğinde ise geleneksel olarak aşiretlerin Yemen sosyal ve siyasi hayatını da derinden etkilemiştir. Kısacası Yemen, Arabistan yarımadasının güney doğusunda yer alan 75000 mil kare yüzölçümü bulunan Kızıl Denizin Hint Okyanusuna açılan kapısı konumundadır. Yemen dünyanın en işlek ticaret yollarından biri olması nedeniyle stratejik bir konuma sahiptir. Yemen bu stratejik konumu ile Dünya tarihi boyunca büyük güçlerin ilgisini her daim çekmiş ancak hiçbir yabancı devlet bu ülke üzerinde başarılı bir yönetim kuramamıştır.
MEVCUT SİYASİ YAPI VE İDARİ YAPI / YÖNETİM ŞEKLİ
Yemen, 1517’de Memluklerden Osmanlı yönetimine geçmiştir. 19. Yüzyılın ortalarında Yemen’in güney kısmı İngiltere yönetimine girmiştir. I. Dünya Savaşı sonrası Osmanlı kuzey bölgesinden de çekilmiştir. Kuzey Yemen’de 1962 yılında Yemen Arap Cumhuriyeti ilan edilmiştir. Güneyde ise 1933 yılında Mısır’ın desteğiyle İngiltere’ye karşı direniş başlamış ve İngiltere’nin 1967 yılında çekilmesi sonucu 1970 yılında Yemen Demokratik Cumhuriyeti kurulmuştur. 1990 yılında iki bölge birleşerek Yemen Cumhuriyeti kurulmuştur. Yemen başkanlık sistemiyle yönetilen bir cumhuriyet olup iki meclise sahiptir. Temsilciler meclisi seçilen 301 üyeden, Şura konseyi ise atanmış 111 üyeden oluşmaktadır. Başkan devleti temsil etmektedir. Hükümetin başı olan Başbakan Başkan tarafından atanmaktadır. Atanan başbakan meclisin üçte ikisi tarafından onaylanması gerekmektedir. Başkan yedi yıllığına, Meclis altı yıllığına seçilmektedir. Yemen’in siyasi alanda yaşadığı sorunların başında merkezi hükümet ile ülkenin kuzeyindeki Şii gruplar arasında 2004 yılından beri zaman zaman süregelen ve bir iç savaşa dönüşen çatışmalar gelmektedir. Yemen’in karşılaştığı bir diğer sorun ise, Aden merkezli Güney Yemen’deki bağımsızlık talepleri ve bu yöndeki sivil eylemlerdir. El Kaide’nin Yemen’deki varlığı ve faaliyetleri ülkenin karşı karşıya kaldığı önemli siyasi sorunlardan biri olarak görülmektedir.
HUSİLER
Şiiliğin Zeyyidiye koluna mensup olan Husiler, aynı zamanda Ensar Allah olarak bilinen isyancı bir gruba da üyeler. Zeyyidiler nüfusun üçte birini oluşturuyor. Grup, 1962’ye kadar neredeyse 1000 yıl kadar ülkenin kuzeyini yönetmiştir. Husilerin ismi Hüseyin Bedir el Din Husi’den geliyor. El Husi, grubun ilk isyanını yönetti. Amaç merkezleri kabul edilen Saada’da daha fazla özerklik kazanma ve Zeyyidi geleneklerine ve inancına zarar verdiklerini düşündükleri Sünni İslamcılardan korunmaktı.
Husi Hareketinin Gelişimi
2003 Yılı Şubat ayında Ali Abdullah Salih’in karayoluyla yaptığı haç yolculuğunda ülkesindeki son durağı Sade vilayetiydi. Cuma namazı için Sade şehrinin tarihi imamı Hadi Camii’ne geldi. Namazdan sonra cemaate bir konuşma yapmak istedi. Ancak camide önceden yerleşmiş olan Husi taraftarları devlet başkanının konuşmasını attıkları sloganlarıyla kesmeye başladılar. Bunun üzerine Ali Abdullah Salih, konuşmasını daha fazla sürdüremedi ve yarıda keserek camiden ayrılmak zorunda kaldı. Salih’in Husi hareketinin fikri, siyasi ve toplumsal boyutlarından ilk defa bu olay vesilesiyle haberdar olduğu bilinmektedir. A. Abdullah Salih’in Hüseyin Husi ile görüşme imkânları aradığını söyleyen kaynakların yanı sıra, hiç arabuluculuk düşünmeden orduyu doğrudan Husiler üzerine sevk ettiğini söyleyen kaynaklar da bulunmaktadır.
Husi İsyanı Başlangıcı
Hükümet güçleriyle Husiler arasındaki sıcak çatışmalar 2004 yılı Ocak ayında başlamıştır. Beş ayrı ateşkesle verilen fasılalarla 2010 Şubat’ına kadar devam etti. Bu tarihte başlayan altıncı ve son ateşkes süreci olmuştu. Çatışmaların ilk safhası çok kanlı geçmişti. Hüseyin Husi ve arkadaşları 2004 yılı Eylül ayında Marran Dağlarında bir mağarada sıkıştırıldı ve teslim olması istendi. Bu talebe cevap vermeyince çatışmalar başlatıldı. Çatışmalar Husi taraftarlarını aşacak bir seviyede genişledi ve kabilelerinde dâhil olduğu karmaşık bir boyuta geldi. El Husi 2004 yılında Yemen ordusu tarafından öldürüldükten sonra, ailesi harekete geçerek 2010 yılında hükümetle bir ateşkese varana kadar ayaklanmaları yönettiler. 2011 yılında Husiler Salih’e karşı protestolara katıldı ve oluşan boşluktan faydalanarak Saada ve komşusu Amran’da kontrol altında tuttukları alanı genişletti. Sonuçta Husiler yeni lider Hadi’nin Şubat ayında duyurduğu ve Yemen’i altı bölgeye ayrılan bir federasyon olmasını öngören plana öncülük eden Ulusal Diyalog Konferans’ına katıldılar. Temmuz ayında Husiler Amran eyaletinde, ülkenin önde gelen Sunni İslamcı partisi olan Islah tarafından desteklenen aşiret ve milis gruplarını yenilgiye uğrattı. Öte yandan Bekil ve Havlan b. Amr kabileleri de yer yer kendilerini Husiler olarak tanıtmaya başladılar. Husi taraftarı olan kişilerin sayısının 2004 yılı başında 3 veya 4 bin kişi olduğu tahmin edilirken, 2010 yılına gelindiğinde aynı grup için 100-120 bin olduğu söylenilmektedir. Savaşın son safhasında Suudi Arabistan’ın fiilen çatışmalara girmesi, Husi isyanını uluslararası bir sorun haline getirmiştir. Suudi yönetimi sorunun başlamasından itibaren Yemen hükümetinin yanında olduğunu belirtmiştir. Husilerin İslamcı çizgisi ve yöntemlerinde İran devrimcilerini ve Hizbullah’ı model almaları Suudileri tabii olarak tedirgin etmişti. İsyanın arkasında İran’ın bulunduğu yönündeki kuşkularının yanı sıra, ciddi sorunlar yaşadığı İsmaili-Şii bir azınlığında sakin olduğu eski Yemen’in doğal parçası olan Necran eyaletinin istikrarsızlaşması ve yine ülke nüfusunun yüzde 6-10’luk bölümünü teşkil eden İmami-Şii azınlık ile 1 milyona yakın göçmen Yemenli arasında Husileri destekleyen bir Şii dayanışması düşüncesi Suudi Arabistan’ı savaşın içine çekti. Resmi kaynaklar, Husi güçlerinin 3 Kasım 2009 günü Suudi topraklarına girdiklerini, 5 Kasım günü ise bazı yerleri ele geçirdiklerini bildirdiler. 13 Kasım gününe gelindiğinde “UNİCEF” tarafından yapılan bir açıklamaya göre, Riyad rejimi Yemen sınırına yakın bölgelerde bulunan 240 yerleşim birimini tahliye etti. 50’den fazla okulu da kapattı. Yabancı istihbarat örgütlerine göre Suudi Arabistan ne askeri yapı ne de kapasite olarak gayri nizami savaş veren Husileri durduracak güce sahip değildi. 22 Aralık’ta Suudi yetkililerinden yapılan resmi açıklamaya göre, Husilerle olan çatışmalarda 73 Suudi askeri öldürülmüş, 26 asker kaybolmuş 470 tanesi de yaralanmıştı. Husilere göre, ABD’de bu savaşın içine girmişti. Husi mevzileri Amerikan uçakları tarafından defalarca bombalanmıştı. 2010 Şubat ayına gelindiğinde Husi güçleri geri çekilmişti. Yemen ve Suudi kuvvetlerinde Sade’deki operasyonlarını durdurunca yeni bir ateşkes dönemine girilmiş oldu.
Ateşkes ’in Koşulları
İsyancılar Sanaa’dan çekilmeyi temel taleplerinin kabul edilmesi karşılığında kabul etmişlerdi. Bu talepler petrol üzerindeki devlet sübvansiyonunun devam etmesi, teknokratlardan oluşan yeni bir hükümet kurulması ve başkanın danışmanlarının Husiler ve ayrılıkçı Hiraak el Cenubiler tarafından atanması ve ulusal birlik konferansında alınan kararların uygulanmasıdır. Ama Husiler, bu anlaşmaya ek olarak bir güvenlik belgesi imzalamayı reddetti. Bu belgede Husilerin başkentten ve diğer kuzey şehirlerinden çekilerek silahlarını 45 gün içinde teslim etmelerini öngörüyordu. Dört ayın sonunda Sanaa sokaklarında halen ağır silahlı Husiler dolaşıyordu. Husiler “yozlaşmış biri siyasi sistemi reform çabası” olarak tanımladıkları amaç için bakanlıkları izlemek istiyor. İsyancılar ayrıca ülkenin orta ve batı kesimlerinde de ilerlediler ve bu durum Arap Yarımadasında El Kaide ile çatışmaları tetikledi. Yemen, dünyanın en önemli petrol ihracatçısı olan Suudi Arabistan’a komşu olması ve Körfez’deki Arap müttefikleri açısından istikrarın önemli olduğu bir ülke.
Husi İsyanı Ve El Kaide
Suudi Arabistan’ın müdahalesiyle birlikte Husi savaşında El Kaide’nin sesi daha gür duyulmaya başlandı. Savaşın başından itibaren San’a rejiminin, el Kaide bağlantılılarda dâhil legal ve illegal Selefi yapılanmaları Husilere karşı seferber etmeye çalıştığı hakkındaki iddialar tam olarak doğrulanmış olmasa da devletin mutlaka böyle bir operasyonu en azından denemiş olduğunu söyleyebiliriz. 2007 yılı Mart ayında Demmac Darül-Radis'indeki bazı yabancı öğrencilerin öldürülmesi olayını bu bağlamda değerlendirmek gerekir. Olayın sorumluları haklarındaki çelişkili haberler ciddi şüpheler uyandırmaktadır. Eğer hükümet yanlısı kaynakların bildirdiği gibi cinayeti işleyenler gerçekten Husiler ise bu durum, savaşın Husilerce bilerek bir mezhep çatışmasına dönüştürüldüğüne işaret etmektedir. Ancak hadisenin iyi planlanmış bir kışkırtma olması ihtimali daha güçlüdür. Dünyadaki ilgili çevrelerin gözünde El Kaide'nin eğitim yatağı olarak bilinen ve bu nedenle Yemen emniyeti ve Batılı istihbaratlar tarafından sıkı gözetim altında tutulan bu kurum eğer bir provokasyonun mekânı olmuşsa, bundan Yemen hükümetinin ve ABD'nin kazançlı çıkacağı kesindir. Devletle savaş halindeki iki güç böylece birbirlerine düşürülmüş olacaktı. Ayrıca bu tür olaylar Sünni kesimleri kolaylıkla hükümetin yanına itecek bir karakter taşımaktaydı. Zaten bu kesimlerin sözcüsü durumundaki Islah Partisi, Husilerle olan savaşında ta başından beri Salih hükümetinin yanında olduğunu ilan etmiştir. Söz konusu gelişmeler, en sonunda el-Kaide'yi de savaşın bir parçası yapmıştır. El Kaide Husilerle birlikte anılmaktan oldukça rahatsızlık duyuyordu. Ancak şu bir gerçektir ki Yemen ve Suud devletlerinin Husilerle olan mücadelesinin El Kaide’ye bölgede daha rahat hareket etme imkânı sağlamıştır.
Husi İsyanı ve İran
İran’ın Hizbullah ve Hamas üzerinden Husi hareketine yardımda bulunduğu, Husi militanlarının İran ve Lübnan’da eğitildikleri dile getirilmektedir. Ancak bu iddialar kanıtlanmış değildir. İran ise Husilerle hiçbir ilişkisi olmadığını resmi düzeyde kesin bir dille ifade etmiştir. Buna ilaveten İran, Suudi müdahalesinin akabinde, Yemen’in toprak bütünlüğü ve egemenlik haklarına saygısını bildirmek suretiyle Suudi müdahalesini kınamış, sorunun askeri yöntemlerle çözülemeyeceğini bildirerek çözüm sürecine katkıda bulunmaya istekli olduğunu belirtmişti. Suudi Arabistan’ın bölgedeki askeri etkinliği İran’ı rahatsız etmekteydi. Önceden beri İran’ın Körfez ülkeleri ve Suudi Arabistan’daki Şii azınlıklara dönük kışkırtıcı faaliyetler içerisinde olduğu yönündeki güçlü algı, Husi meselesinde de İran parmağını akıllara getirmektedir. an'ın yarımadada etleinlik kurmak istediği, Sünni Arap rejimlerinin ise bunun önüne geçmek için her yolu denedikIeri çok iyi bilinen bir gerçektir. Yemen ve Körfez ülkeleri medyasının Husilerden "Şii isyancılar" olarak söz etmesi, tran'da da gittikçe artan bir sıklıkla Zeydilen "Husi Şiileri" olarak görme eğilimi, sorunun bilerek mezhepsel bir boyuta taşınmak istendiğinin bir göstergesidir. Bu gidişat aslında Husi hareketini bölgesel güç mücadelesinin bir nesnesi haline getirmektedir ve onlar açısından sanırız arzu edilen bir durum değildir. İran, Irak gibi devletlerin ve Şii Müslümanların manevi desteklerini arkalarında hissetmelerinin Husi hareketi için çok anlamlı ve gerekli olduğu şüphe götürmez. Ancak bu destek diğer taraftan onları hem Zeydilerden, hem de ortak bir tarihi geçmişe sahip oldukları Yemen Sünnilerinden soyutlayıp yalnızlaştıracak bir riski de beraberinde taşımaktadır. Böylelikle anlaşılır ki Husiler için asıl önemli olan Yemen gerçekliğidir.
Islah Partisi
1990 yılında Kuzey Yemen ile Güney Yemen’in birleşmesinden sonra kurulan ve Müslüman Kardeşler ile yakın ilişkide bulunan Yemen Islah Partisi, ülkedeki önemli siyasi aktörlerden biridir. 1993 yılındaki seçimlerde gösterdiği başarı ile iktidara yükselmiştir. 1997 ve 2003 yılında gerçekleşen seçimlerde de bu başarısını sürdürmüş olan Islah Partisi, hükümet ortaklığını devam ettirmiştir. 2011 Ocak ayında başlayan eylemler sırasında Salih yönetimine karşı destek veren Haşid kabilesi liderleri de Genel Halk Kongresi Partisi’nden istifa etmiş ve protestolara destek vereceği yönünde açıklamada bulunmuştur. Mart ayında muhalif partiler Devlet Başkanı Salih’e birtakım şartlar sunmuştur. Bu şartlar protestoların serbestliği, anayasa değişikliği, Salih ve çevresinin ordudan uzaklaştırılacağı gibi maddelerden oluşmaktadır. Ancak bu şartlar da isyanları bastırmaya yetmemiştir. İsyancılar, Salih’in istifa etmesini istemiş ve gösterileri sürdürmeye devam etmişlerdir. Ayrıca gösteriler sadece başkent Sana ile sınırlı kalmamış, Damar ve Aden’de de çatışmalar yaşanmıştır. Devlet Başkanı Salih, yaşanan gerilim ortamını yumuşatmak için muhalif partilerin sunduğu şartlardan birkaçını kabul etse de göstericileri ikna etmede yetersiz kalmıştır. Şiddetin seviyesini de artıran hükümet güçleri, birçok kişinin yaralanmasına ve ölümüne sebep olmuştur. Yemen’in Suudi Arabistan Büyükelçisi de dahil olmak üzere pek çok ülkedeki diplomat ve siyasetçi istifa edip göstericilere destek vermiştir. Gösterilerin yoğunluğunu göz ardı edemeyen Devlet Başkanı Salih, önce kabineye son vermiş, ardından ülkede olağanüstü hâl ilan etmiştir. Ancak bu durum da ülkedeki kaos ortamını dindirmeye yetmemiştir. Yaşanan bu gelişmeler ışığında görülmüştür ki, Yemen’in en önemli kabile konfederasyonlarından Haşid kabile konfederasyonu başlangıçta Abdullah Salih yönetimine karşıt destek vermiştir. Sana Üniversitesi’nde 2011 yılında öğrencilerin yapmış olduğu Abdullah Salih yönetimine karşı gösterileri destekleyen Islah Partisi, daha sonra süregelen savaşta Mansur Hadi yönetimine destek vermeye devam etmiştir. Arap Baharı öncesi Islah Partisi, Abdullah Salih yönetimine son vermek amacıyla Suudi Arabistan ile iletişim halinde olmuştur. Salih yönetiminin eski gücünü kaybetmesi ardından iktidarı devretmesi ülkede güç boşluğundan kaynaklanan istikrarsız ortama zemin hazırlamıştır. İktidarda yetkili güç olmak isteyen Islah Partisi, bu emellerine engel teşkil eden Husiler ile karşı karşıya gelmiştir. Kısacası siyasi, askeri ve ekonomi alanında etkin konumda olan Islah Partisi dini yönden Sünni gruplar ile çelişen fikirlere sahip olması ve Arap Baharı sonrası ülkede güçlü bir saygınlık sağlayacağı yönünde düşüncesi Suudi Arabistan için tehlike arz etmiştir.
BAE’NİN YEMEN POLİTİKASI
BAE’nin Yemen politikasını incelerken, Körfez ülkelerinin ortak bir politikada birleşemediklerini belirtmek gerekir. Askeri müdahaleye bazı Körfez ülkelerinin yanı sıra, Ürdün, Sudan, Fas, Senegal ve Mısır’da katıldı. Körfez krizi öncesinde Katar sembolik bir sınır koruma gücü ile askeri müdahalede yer aldı ancak ambargo sonrasında operasyon dışında bırakıldı. Katar Savunma Bakanı Halid El-Atiyye’nin yaptığı açıklamalara göre, Katar’ın Arap Baharı’nın başından bu yana Yemen’de önceliği bir askeri operasyon değil, diplomatik çözümdü fakat bu tercihin üzerinde durulmadı. İç savaş süreci öncesinde, Yemen’deki taraflar arasında Katar’ın arabuluculuğu ile barış denemeleri olmuş ancak bu girişimler kalıcı bir çözüm getirmemişti. Umman ise, sınır komşusu olan Yemen’e askeri müdahaleyi onaylamadı. Kuveyt ve Bahreyn temsili olarak askeri operasyona dahil oldu fakat askeri müdahalenin arkasındaki temel stratejik ve askeri destek Körfez’in egemen gücü Suudi Arabistan ve yükselen gücü BAE’den geldi. BAE’nin Yemen politikası Arap Baharı’ndan günümüze devam ettiği için aktif politikalarının bir parçası olarak düşünülebilir. BAE Arap Baharı’nın açtığı manevra alanında kendine bir yer edindi. BAE’nin Bosna, Afganistan 2011 Libya müdahalesi gibi katıldığı birkaç barış operasyonu sayılmazsa, Yemen askeri müdahalesi ilk ciddi denizaşırı operasyonu olarak tanımlanabilir. Emirliklerin Yemen’deki askeri rolü, Mart 2015’te “Kararlılık Fırtınası” ve sonrasında “Umuda Dönüş” operasyonu ile başladı. BAE’nin Yemen’deki rolünü incelerken; Emirliklerin ekonomik ve askeri çıkarlarının iç içe geçtiği, Suudi Arabistan’la bir yol ayrımına girdiği ve Yemen savaşının Afrika’daki çıkarları ile bağdaştığı görülmektedir. Katar gerek ekonomik yatırımları gerek siyasi hamleleri ile 2007’den bu yana tarafları masaya çekmeye çalışıyordu. Beklenenden uzun süren Yemenliler için oldukça yıpratıcı, koalisyon güçleri için ise masraflı ve öngörülemez olan operasyonda, Katar başlangıçta Suudi Arabistan’ın müdahale kararını destekleyen bir küçük devlet davranışı sergiledi. Ardından Körfez krizinin 2017’de patlak vermesiyle diplomasi çağrısı yapan taraflardan biri olan katar askeri müdahaleden izole edildi. BAE ve Katar, Yemen’e yıllardır yatırım yapan ve ülkenin gelişmesi ile ekonomik kazanç elde edecek iki aktördür. Yöntemleri ve ilişkide oldukları gruplar farklı olduğu için gerek askeri müdahale sürecinde gerek sonrasında BAE’nin Yemen’de yaşadığı sıkıntıları yüklediği günah keçilerinden biri de Katar oldu. Aslında başlardan beri tahmin edilen Suudi Arabistan ve Emirlikler arasındaki fikir ayrılıkları 2019’un sonlarına doğru tescillendi. Suudi Arabistan için öncelik Yemen’in İran etkisinden uzak ve bir bütün olarak kalmasıydı. Fakat Emirliklerin Güneydeki ayrılıkçı grupları askeri ve ekonomik olarak desteklenmesi, yine Güney’deki Sokotra adasına askeri üs inşa etmesi ve Afrika boynuzundaki askeri görünürlüğünü artırması Suudi Arabistan’ın Yemen politikasıyla bağdaşmayan hamlelerdi. Suudi Arabistan için öncelik Yemen’in İran etkisinden uzak ve bir bütün olarak kalması ne kadar önemi ise, BAE içinde Aden limanının yönetilebilir güçlerin elinde olması ve Afrika’ya geçiş yollarının güvenlik altına alınması o kadar önemlidir. BAE’nin Yemen politikasının iç ve dış politikayı birleştiren bir denge üzerine kurulu olduğunu söylemek mümkündür. BAE’nin Yemen politikası hem iç politikada siyasi pekiştirme hem bölgesel rolünü güçlendirme odaklı dizayn edilmiştir. Sonuç olarak, Yemen iç savaşının Körfezdeki Arap ülkelerinin birbirleriyle ve kendi toplumlarıyla olan ilişkilerini etkilediğini ve önümüzdeki yıllarda da gündemi bu yönde devam ettireceğini söylemek mümkündür.
TÜRKİYE – YEMEN İLİŞKİSİ
Türkiye, köklü tarihi ve kültürel bağlara sahip olduğu Yemen’in barış, istikrar ve toprak bütünlüğünü desteklemektedir. Ülkemiz, Yemen’de devam eden kriz karşısında en başından itibaren sorunların barış ve diyalog yoluyla, meşruiyete saygı temelinde çözümünü savunmuştur. Yemen’in içerisinde bulunduğu bu karışık süreçte Türkiye’nin Yemen ile olan ticari, siyasi ve kültürel bağlarıda doğrudan etkilenmiştir. Yaşanan kriz ve Cumhurbaşkanı Abdurrabu MansurHadi’nin istifası sonrası Türkiye Sana’daki büyükelçiliğini kapatmıştır. Türkiye ile Yemen arasındaki siyasi ilişkilere bakıldığında iki ülke arasındaki siyasi temas boyutunda karşılıklı adımların atıldığı gözlemlenmektedir. Taraflar arasında imzalanan sözleşmeler, protokoller, anlaşmalar ile birlikte iki ülke arasındaki siyaset anlamında ilişkiler artmıştır. İki ülke arasında imzalanan protokollere bakıldığında daha çok ekonomik, ticari ve kültürel alanlarda işbirliğinin öngörüldüğü söylenebilir. 2002 sonrası taraflar arasındaki ilk resmi siyasi girişimin, Temmuz 2005’te dönemin Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün İslam Konferansı Örgütü toplantısına binaen düzenlediği Yemen ziyareti ile başladığını görülmektedir. Ardından Yemen Başbakanı Abdul Kadir Bajammal’in Türkiye’yi ziyareti ve sonrasında da Ekim 2005’te dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Yemen ziyareti ile birlikte karşılıklı ilişkiler değişmeye ve güçlenmeye başlamıştır. İki ülke arasındaki karşılıklı üst düzey ziyaretler 2008 yılında en üst seviyeye tırmanmıştır. Şubat 2008’de Yemen Cumhur Başkanı Ali Abdullah Salih’in Türkiye ziyareti, iki ülke arasında devlet başkanları düzeyinde yapılan ilk ziyaret olması nedeniyle önem arz etmektedir. Yemen Cumhurbaşkanı Saleh, o dönemde Türkiye’nin BM Güvenlik Konseyi 2009-2010 yılları geçici üyeliğinin açıklanması nedeniyle bazı açıklamalarda bulunmuş ve Türkiye’nin bu pozisyonunun İslam Dünyası için önemine değinmiştir. 25 Şubat 2008 tarihli açıklamada Saleh: "Çünkü Türkiye'nin BM'de İslam dünyasını ve Arap dünyasını temsil edecektir." demiştir ve Türkiye’nin bölge açısından ne denli önemli bir ülke olduğunu vurgulamıştır. Ayrıca görüşmede, karşılıklı terör sorunları Filistin ve Irak meseleleri gündeme gelmiştir. Şubat 2009 tarihinde dönemin Dışişleri Bakanı Ali Babacan’ın Yemen ziyaretinde, iki ülke arasındaki ticari, diplomatik ve kültürel meselelerin görüşülmesinden öte, Yemen tarafının Ali Babacan için düzenledikleri resmi tören kendisinden söz ettirmiştir. Ali Babacan’a uygulanan bu resmi karşılama töreniyle birlikte Arap Ülkelerinde artan Türkiye etkisinden bahsetmiş ve Osmanlı’nın yeniden dirilişi meselesini yeniden gündeme getirmiştir. O dönemlerde Türkiye’yi konu alan Batı menşeili kaynaklarda sıklıkla geçen “Osmanlı’nın Dirilişi” meselesi, uygulanan bu resmi protokolle birlikte kendisinden daha fazla söz ettirmeye başlamıştır. Türkiye ayrıca Dünya Gıda Programı’nın Yemen için acil yardım çağrısında bulunması üzerine 100 bin dolarlık bağışta bulunmuş ve desteğini somutlaştırmıştır. Yemen’deki Şii güçlerle hükümet kuvvetleri arasında süren çatışmalar 2004 yılında başlayıp şiddetini artırarak günümüze kadar gelmiştir. Yemen Cumhurbaşkanı Hadi’nin Şubat 2015’te istifa etmesine rağmen şiddetinden ödün vermeyen olaylara nazaran Nisan 2015’te açıklama yapan Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Türkiye’nin bölgeye ilişkin arabuluculuk yapabileceğini vurgulamış ve İran’ın mezhepçi yaklaşımından ötürü bölgenin felakete sürüklenebileceğini ifade etmiştir. Çavuşoğlu yaptığı açıklamada, “Irak, Suriye ve Yemen'den ders aldıysak kısa sürede müzakerelerle bu iş çözülebilir ama herkes kendi penceresinden bakarsa o zaman çözüm gelmez. Bir an evvel koşulsuz, çözüm arayışı içinde, Yemen'in toprak bütünlüğü çerçevesinde çözmeliyiz" demiş ve Türkiye’nin asıl isteğinin Yemen’in toprak bütünlüğünün korunması olduğunu açıkça dile getirmiştir. Sorunların çözümü için kurulacak olan müzakere masasında Türkiye’nin oynayacağı önemli role ve arabuluculuk yapabileceğine değinmiştir.
Yemen ile Ekonomik İlişkiler
Yemen, Arap yarımadasının güneybatısında bulunan Afrika kıtası ile arasında Bab’ül Mendeb boğazı bulunan, Aden Körfezi’ne kıyısı bulunmasıyla birlikte dünyanın en önemli suyollarının geçtiği bir noktada bulunan ve dolayısıyla ekonomik bakımdan stratejik öneme sahip bir ülkedir. Türkiye ile Yemen arasındaki ilişkilerin 1500’lü yıllara dayandığı düşünüldüğünde, geçmişten gelen pozitif bağların geleceği de şekillendirmede ne denli muktedir olduğu, 2002 sonrası Türkiye-Yemen ilişkilerinde de görülmektedir. Yemen ile Türkiye arasındaki ekonomik ilişkiler, Yemen iç savaşına rağmen istikrarlı bir şekilde büyümesini sürdürmektedir. 2002- 2015 yılları arasında Türkiyeli yatırımcılar, Yemen’e düzenledikleri iş gezileri ve Yemen ile ortaklaşa yürüttükleri iş çalışmaları ile iki ülke arasındaki ekonomik ilişkilerin gelişmesinde öncü olmuşlardır. Mevcut düzlemde incelendiğinde; Türkiye, Ortadoğu’nun Avrupa’ya açılan köprüsü görevini üstlenmektedir. Böyle bir durumda Yemen’in, kendi ülkesi sınırları içinde üretilen veya hammadde görevi gören ürünlerini Avrupa’ya pazarlama mevzusunda Türkiye’nin coğrafi ve stratejik konumundan yararlanması öngörülmektedir. Yemen, ekonomik bakımından Körfez ülkeleri arasında milli geliri en düşük ülke olması nedeniyle yeni pazarlara ihtiyaç duymakta ve bu ihtiyacını gidermekte kendisine yardımcı olabilecek ülkeler arasında Türkiye’yi de görmektedir. İki ülke arasında Karma ekonomik Komisyon toplantıları düzenlenmiştir. Protokol kapsamında taraflar iki ülke arasındaki ticaretin kolaylaştırılmasında bankacılık sektörünün önemini vurgulayarak, ticari bankaları ve diğer ilgili kuruluşları arasındaki işbirliğinin güçlendirilmesi konusunda anlaşma sağlamışlardır. Türkiye ile Yemen, 2002 yılının ilk çeyreğinde ikincisi yapılan Karma Komite Toplantısı’nda alınan kararlarla birlikte iki ülke arasında yapılacak olan işbirliği ve anlaşmalara temel atmışlardır. 2002’de ikinci Karma Komitesi Protokolü’nün imzalanmasından ve onaylanmasından sonraki süreçte Türkiye ile Yemen arasında anlaşma hükümlerince karşılıklı hamleler yapılmış fakat ilişkiler istenilen düzeyin altında kalmıştır. 7 Eylül 2005 tarihinde Ankara’da imzalanan “Türkiye-Yemen Karma Komitesi Üçüncü Dönem Toplantısı Protokolü ”nün onaylanması; Türkiye ile Yemen arasındaki siyasi ekonomik ve kültürel ilişkilerin somut boyutlara evirilmesini sağlamıştır. Protokol kapsamında Türkiye ve Yemen, ikili ticari ilişkileri gözden geçirmişler ve iki ülke arasındaki ticaretin gelişimi için isteklerini ve temennilerini sunmuşlardır. 13 Ekim Ocak 2008’de Sana’da imzalanan Türkiye- Yemen Karma Komitesi Dördüncü Dönem Protokolü, Bakanlar Kurulunca 27 Mayıs 2009 tarihinde Bakanlar Kurulu’nca onaylanmıştır. Ekonomi, Sınai ve Teknik İşbirliği başlığı altında görüşülen Enerji konusunda Türk tarafı, Yemen’den sıvılaştırılmış doğalgaz alma konusundaki niyetini ifade etmiştir. Türkiye ve Yemen arasındaki ticari hacmin neredeyse tamamı Türkiye’nin Yemen’e olan ihracatına dayalıdır. İki ülke arasındaki ticari ilişkiler incelendiğinde Türkiye’nin Yemen’den kayda değer ithalat yapmadığı görülmektedir. Bu durumun en önemli sebeplerinden biri ise, Yemen’in gelişmiş bir sanayisinin bulunmaması ve modern ticari zihniyete uzak olmasıdır. Yemen nüfusunun yaklaşık %75’i kırsal kesimde yaşamaktadır. Türkiye, Yemen ile olan dış ticaretinde net ihracatçı konumundadır. Türkiye’nin Yemen’e ihracatı 2013 yılında 613 milyon USD seviyesindeyken 2018 yılında bu miktar 740 milyon USD’ye yükselmiştir. 2019 yılında 970 milyon USD’ye ulaştıktan sonra 2020 yılında %14 daralarak 834 milyon USD’ye gerilemiştir. 2021 yılında ise, ihracat %32 artarak 1 milyar USD seviyesine yükselmiş böylece Yemen’e karşı ihracat rekoru kırılmıştır. Türkiye’nin Yemen’den ithalatı ise oldukça kısıtlı olup yalnızca 2014-2015 yıllarında ortalama 12 milyon USD’ye çıkmıştır. 2021 yılında ise 21 milyon USD’ye yükselmiştir. Bu artışta plastik ithalatının bir önceki yıla kıyasla %148 artması etkili olmuştur. 2022 yılının Ocak-Mayıs döneminde ihracat bir önceki yılın aynı dönemine kıyasla %1 artarak 444 milyon USD seviyesinde; ithalat ise yine aynı dönemde %345 artarak 5 milyon USD seviyesinde gerçekleşmiştir. 2021 verilerine göre Türkiye’nin Yemen’e olan ihracatında demir-çelik, hayvansal-bitkisel yağlar, değirmencilik ürünleri ve un-pastacılık ürünleri öne çıkmaktadır. Bahsedilen ürün grupları ülkeye olan ihracatın %85’ini oluşturmaktadır. Yemen’den ithalatta ise plastikler sektörü öne çıkmakta olup toplam ithalatın %73’ünü oluşturmaktadır.
Yemen ile Sosyal ve Kültürel İlişkiler
Türkiye ile Yemen arasındaki sosyal ve kültürel etkileşimlerin gelişimindeki temel dayanak Türkiye Cumhuriyeti’nin Anadolu topraklarındaki öncülü olarak kabul edilebilecek Osmanlı Devleti’dir. Osmanlı ile 1500’lü yıllarda tanışan Yemen coğrafyası, uzun bir müddet Osmanlı toprağı olarak kalmış ve sonrasında ise Osmanlı’nın izlerini muhafaza etmeye devam etmiştir. Günümüz şartlarında değerlendirildiğinde Osmanlı mirasının hala Yemen’de muhafaza edildiği gözlemlenmektedir. İki ülke karşılıklı yaptığı anlaşmalar ile ekonomik ve siyasal bağları güçlendirmekle kalmayıp sosyal ve kültürel alanlarda da hamleler yapmaktan geri durmamışlardır. Türkiye ve Yemen arasında imzalanan Karma Protokollerde sosyal ve kültürel meselelere de değinilmiştir. 2002 yılında imzalanan Türkiye ve Yemen Karma Komitesi İkinci Dönem Toplantısında taraflar, 7 Eylül 2000 tarihinde imzalanan “Turizm Alanında İşbirliği Anlaşması’nda yer alan hükümler çerçevesinde işbirliğini geliştirmek ve ilgili kuruluşlarla firmaları teşvik etmeyi kararlaştırmışlardır. Türkiye ve Yemen arasındaki ortak Osmanlı Kültürü’nün yeniden incelenmesi adına; Yemen tarafı, -Yemen Milli Arşiv Merkezi ile T.C. Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü arasında 2001 yılında imzalanan ve aşağıdaki hükümleri içeren Ortak Eylem ve İşbirliği Programını yenilemeyi önermiştir. - T.C. Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü ile Yemen Milli Arşiv Merkezi arasında mevcut Yemen-Osmanlı belgelerini tercüme etmek ve incelemek amacıyla bir uzmanlar komitesinin oluşturulması, - Osmanlı dili, tarihi, belge ve arşivlerini incelemek üzere Yemenlilere yıllık ikişer kişilik burs sağlanması. Türk tarafı, bu talepleri not ederek, bu önerileri gerçekleştirme imkânlarını araştırmayı ve Yemen tarafını diplomatik kanallar yoluyla bilgilendirmeyi üstlenmiştir. 1 Nisan 2009 tarihli Türkiye – Yemen Arasında Sağlık Alanında İşbirliğine dair anlaşma imzalanmış olup 29 Haziran 2009 tarihinde Bakanlar Kurulu’nun aldığı kararla yürürlüğe girmiştir. Türkiye ve Yemen arasındaki bir başka kültürel konu olan turizm sektörü ile ilgili yine iki ülkenin karşılıklı adımlar attığı yapılan anlaşmalarla sabittir. 7 Eylül 2005 tarihinde Ankara’da imzalanan ekli “Türkiye-Yemen I. Dönem Turizm Karma Komisyon Toplantısı Protokolü maddelerince taraflar, iki ülke arasındaki dostluk ve tarihi bağlara dayanarak karşılıklı olarak turizm işbirliği ilişkilerinin geliştirilmesine yönelik bir takım anlaşmalara varmışlardır. 20 Ekim 2012’de Sana’da imzalanan Türkiye- Yemen Vize muafiyeti anlaşmasından ötürü taraflar, imzalanan Vize Muafiyeti Anlaşması uyarınca, Türk ve Yemenli vatandaşları 180 gün içinde yapacakları 90 günü aşmayan seyahatleri için karşılıklı olarak vizeden muaf kılmışlardır. Zamanında iki ülke arasındaki ilişkilerde eğitim meselesi de gündeme gelmiştir. Protokollerde alınan kararlar neticesinde uygulamaya konulan öğrenci değişim programları, bilgi ve birikim aktarma, karşılıklı sergi ve fuarlara davet konuları ile ilgili somut adımlar atılmıştır. Kısacası Türkiye, Yemen’le köklü tarihi ve kültürel bağlara sahiptir. Yüzyıllar boyunca Osmanlı Devleti tarafından idare edilen Yemen, Türkiye tarafından önemsenmekte, son dönemde Yemen’de yaşanan iç savaş ve kriz ortamının sona ermesi için Yemen’in barış, istikrar ve toprak bütünlüğü desteklenmekte ve bunun için öncelik verilmektedir. Türkiye bu süreçte meşru hükümete destek vermekte, sorunların BMGK’nın 2216 (2015) sayılı kararı, Ulusal Diyalog Konferansı sonuçları ve KİK girişimi çerçevesinde çözüme kavuşturulması gerektiğini savunmaktadır. Bu çerçevede Türkiye siyasi çözüm çabalarını desteklemekte, öte yandan İslam İşbirliği Teşkilatı bünyesinde de aktif çaba göstermektedir. Öte yandan Yemen’de giderek kötüleşen insani durum da ülkemiz tarafından yakından takip edilmekte, kardeş Yemen halkının yaralarının sarılmasına yönelik insani yardımlar gerek kamu kuruluşları gerek Sivil Toplum Kuruluşlarca sürdürülmektedir.
YEMEN’DEKİ EKONOMİK VE KÜLTÜREL YAPI
Ekonomik Durum
Bugün dünyanın en fakir ülkelerden biri konumundaki Yemen, Arap Yarımadası’nda zengin komşularla çevrili olmasına rağmen uzun yıllardır devam eden siyasi istikrarsızlık ve kargaşa sebebiyle fakirlikle boğuşmaktadır. Yemen ekonomisi birinci derecede tarım ve hayvancılığa dayanır. Tarım ürünlerinden elde edilen gelirin gayri safi yurtiçi hasıladaki payı %21'dir. Çalışan nüfusun %71,5'i tarım alanında iş görmektedir. Petrol, balık, kaya tuzu, mermer, kömür, altın, kurşun, nikel, bakır ve batıdaki verimli araziler başlıca doğal kaynaklarıdır. Ülke topraklarında petrol bulunmasına rağmen çıkarılmadığı için gelir içindeki payı %9'un üstüne çıkamamıştır. Hizmet sektörü, inşaat ve sanayi ise işgücünün dörtte birini oluşturmaktadır. 2010 yılından itibaren Arap Baharı süreci ve sonrasında yaşanan iç savaşla birlikte, Yemen’de ekonomik koşullar daha da kötüleşmiştir. Güvenlik sorunları nedeniyle ülke çapında gıda ve tıbbi donanım gibi diğer kritik maddelere erişim sınırlıdır. Nüfusun yaklaşık %30'unun bağımlı olduğu kamu kesimi maaşlarının birçoğu düzenli olarak ödenmemektedir. Mevcut tablo geçim kaynaklarını kurutmuş, milyonlarca insani yardıma muhtaç hale getirmiştir Komşuları ile karşılaştırıldığında küçük bir ekonomiye sahiptir. Fakir bir ülke olan Yemen azalmakta olan petrol gelirlerine bağımlıdır. Diğer Körfez ülkelerindekinin aksine Yemen’deki petrolün standardı düşüktür. 2003 yılında günlük 451 bin varille en üst seviyeye ulaşan üretim sonraki yıllarda gerilemeye başlamıştır. Petrol ve doğalgaz sektörü tüm ekonomiyi yönlendirse de geleneksel olarak tarım, ülke ekonomisindeki ağırlığını muhafaza etmektedir. Nüfusun yaklaşık dörtte üçünün kırsal kesimde yaşadığı Yemen’de tarım sektörü GSYİH’ya %17,5, doğrudan ve dolaylı olarak istihdama %54 civarında katkı sağlamaktadır. Dolayısıyla tarım sektörü, GSYİH’ya yaptığı mütevazı katkıya rağmen, istihdama, gıda tedarikine ve genel olarak kalkınmaya sağladığı katkı ile Yemen’in en önemli sektörü konumundadır. Sanayi temel olarak petrol rafinesine ve doğalgaz çevrimine dayanmaktadır. Üretim çeşitliliği ve yeteneği son derece kısıtlıdır. Tüketici ürünleri ile alt yapı materyalleri üreten sanayinin %95’i genel olarak bir ila dört kişinin çalıştığı küçük KOBİ'lerden oluşmaktadır. Yemen’in günlük petrol üretimi seviyesindeki düşüş, hükümetin petrol dışı güçlü sektörler yaratma arayışını hızlandırmaktadır. Bu çerçevede, doğalgaz üretimi önemli bir alternatif olarak görülmektedir. Ancak Yemen’in doğalgaz rezervleri de Körfez Ülkelerine kıyasla oldukça düşük seviyelerde olup, zaman içerisinde doğalgaza da alternatif olabilecek gelir kaynakları yaratılması zorunluluğu doğmaktadır. 1990 yılında Kuzey Yemen’in daha fakir olan Güney Yemen’le birleşmesi, ekonomiye önemli bir yük getirmiş ve işsizliği arttırmıştır. Yemen’in, Körfez Savaşı sırasında Irak’ı desteklemesi, Körfez Ülkeleriyle ilişkilerinin bozulmasına ve bu ülkelerden aldığı yardımların kesilmesine yol açmıştır. 1994 yılında yaşanan iç savaş ise, ülkede büyük istikrarsızlığa neden olmuş ve ekonomik durgunluk yaratmıştır. Yemen Dünya Ticaret Örgütü’ne katılım başvurusunu Nisan 2000’de yapmıştır. 26 Haziran 2014’te 160. üye olarak DTÖ’deki yerini almıştır. Yemen, Körfez Ülkeleri ile kıyaslanamayacak kadar zayıf bir ekonomiye sahiptir. Ülkede kişi başına gelir, komşu ülkelere oranla çok düşük seviyededir. Kişi başına gelir Suudi Arabistan’da 25 bin, Umman’da 27 bin dolarken, Yemen’de 2.600 dolar civarında seyretmektedir. 11 Eylül 2001 tarihindeki terör saldırısının Yemen ekonomisi üzerindeki etkisi önemlidir. Zira bu tarihten sonra ABD ve İngiltere’nin Arap dünyası içindeki en fakir ülke konumundaki Yemen’in çeşitli terör örgütlerinin etki alanına kaymasını önlemek üzere baskısıyla zengin Arap ülkelerinden Yemen’e tamamen bağış niteliğinde mali kaynak aktarılmaya başlanmıştır. Yıllık ortalama 2-3 milyar dolar civarındaki bu kaynak, Yemen’in altyapısının ve kamu hizmetlerinin iyileştirilmesine sarf edilmekte, belirlenen projelere, Arap Fonu ve İslam Kalkınma Bankası gibi kuruluşların denetiminde, proje bazında harcanmaktadır. Diğer taraftan, Yemen uzun yıllardır Dünya Bankası’ndan fakirliğin azaltılmasına yönelik olarak çeşitli sosyal, ekonomik ve idari alanlarda gerçekleştirilen projeler vasıtasıyla çoğunluğu hibe şeklinde yardım sağlamaktadır. Birleşmiş Milletler’e göre Yemen, devam eden iç savaşın meydana getirdiği aksamalar ve Suudi Arabistan önderliğindeki koalisyonun ülkeye uygulamakta olduğu deniz ambargosu sebebiyle yılsonuna doğru etkisini göstermesi beklenen ciddi bir kıtlık tehlikesi altındadır. Şu an itibarıyla Yemen’de en az beş milyon insanın acil olarak gıda yardımına ihtiyacı vardır ve bu sayının daha da artması beklenmektedir. Öte yandan ülkedeki “kat otu” bağımlılığı da önemli bir sorun teşkil etmektedir. Hemen her köşe başında kurulan kat pazarlarından kolayca temin edilebilen sigara ile uyuşturucu karışımı bu bitkinin ticari hayatın vazgeçilmez geçim kaynağı durumuna gelmiş olması, ülke geleceği için ciddi bir sorun teşkil etmektedir. Bugün halkın %70’inin kat bağımlısı olduğu tahmin edilmektedir.
Tarım Sektörü
Enerji sektörü tüm ekonomiyi yönlendirse de geleneksel olarak tarım ülke ekonomisinin önemli sektörüdür. Tarım sektörü GSYH’nin %5’ini oluşturmakta ancak toplam istihdama %28 civarında katkı sağlamaktadır. Dolayısıyla tarım sektörü, ekonomideki küçük payına rağmen istihdama, gıda tedarikine ve genel olarak kalkınmaya katkı sağlamaktadır. Tarım Yemen ekonomisinin dayanak noktasıdır. Dünya Bankası verilerine göre erozyon, ormanlık alanların azalması ülkede tarımı tehdit eden unsurlardır. Ülke topraklarının ancak %3’ü tarıma elverişli olup uzun ömürlü bitkilerin yer aldığı toprakların oranı sadece %0.25’tir. Çiftçiler gübre gibi önemli tarım girdilerini satın alamamakta ve ülkede ekili alanlar daralmaktadır. Sulama imkânlarının kullanılması tarım ürünlerini arttırmaktadır. FAO’nun istatistiklerine göre ülkede 1960’lı yıllara oranla meyve üretimi beş kat, sebze üretimi ise altı kat artmıştır. Ayrıca hükümetin meyve ve sebzelere yönelik olarak uyguladığı ithalat yasakları üreticileri bu alanlarda üretim yapmaya teşvik etmektedir. Hükümetin fiyatlandırma politikaları ve ucuz ithalat olanakları nedeniyle tahıl ve hububat üretimi çiftçilerce tercih edilmemektedir. Tarım çerçevesinde, hububat, meyveler, sebzeler, bakliyatlar, kat, kahve, pamuk, süt ve süt ürünleri üretilmektedir. Hayvancılık, tavukçuluk ve balıkçılık yapılmaktadır.
Kat
Bir miktar uyuşturucu içeren bu bitki Yemen’de yaygın olarak yetiştirilmektedir. Kat yapraklarının çiğnenmesi şeklinde tüketilmektedir. Kullananların üzerinde abartılı neşe, taşkınlık, bilinç bozukluğu gibi etkileri gösteren ve yanılsamaya neden olan bu bitki, Celastraceae familyasına dâhildir ve literatürde Catha edulis ismiyle anılmaktadır. Ağızda çiğnendiğinde verdiği uyarıcı etkisinden ötürü Doğu Afrika ile Arap yarımadasında özellikle Yemen'de yetiştirilir. Bu bitkinin üretiminin ve karmaşık dağıtım sisteminin varlığını ekonomi içinde önemli bir yere sahip olduğunun göstergesidir. Dünya Bankası yaklaşık olarak 150.000 kişinin Kat üretim ve dağıtım zinciri içerisinde istihdam edildiğini tahmin etmektedir. Afrikalı halklar milli kimliklerini inşa ederken kat çiğnemeyi kimliklerinin bir parçası olarak kabul etmişlerdi. Kenyalı, Ugandalı veya Yemenli birçok kimse bu bitkiyi çiğnemeyi toplumsal kabul görmenin bir parçası gibi görüyor. Bilhassa Yemen'de kat çiğnemek çığırdan çıkmış gibi görünüyor. Dünya Sağlık Örgütü'ne göre; Yemen'de erkeklerin yüzde 90'ı, kadınların yüzde 50'si ve çocukların en az yüzde 20'sinin kat çiğnediği düşünülüyor. Kansere bağlı vakaların patlama yaptığı yıllar ile kat çiğnemenin yayıldığı tarihler arasındaki korkunç paralellik bu bitkinin yıkıcı etkisini gözler önüne seriyor. Son yıllarda Avrupa'da yaşayan Afrikalı kişiler arasında kat çiğnemenin artması ise Afrikalıların son yıllarda uğradığı ayrımcılıkla açıklanması bir hayli tuhaf. Büyük zorluklar içerisinde yaşayan Afrikalıların Avrupa'da birçok farklı uyuşturucuya erişebilme imkânı varken kat çiğnemeyi tercih etmesi bazı kesimlerce siyasi bir muhalefet olarak değerlendiriliyor. Avrupa'nın büyük çoğunda kat çiğnemek yasak kabul ediliyor ve ticaretinin önüne geçilmek için önemli adımlar atılıyor. Avrupa'da Afrikalılığın imgesine dönüşse de Anakarada bu bitki etnik bir hüviyete sahiptir. Örneğin 1930'lu yıllardan itibaren kat çiğnemek yalnızca Yemen ve Etiyopyalılara has bir alışkanlık olarak kabul edilmekteydi. Kat kullanımının sosyal ve ekonomik anlamda kayıplara ve bazı maliyetlere neden olduğunu belirtilmektedir. Örneğin; üretim kısaltılan iş günleri nedeniyle azalmakta ve kahve gibi aynı koşullarda üretilebilen ve önemli bir ihraç geliri sağlamaya yarayacak bitkilerin üretimini azalmaktadır. Kat üretimi, sulama suyunun yaklaşık olarak % 30’unu kullanmaktadır. 1999 yılından bu yana, kamu dairelerinde iş saatlerinde Kat çiğnenmesi yasaklanmıştır. Kat’ın perakende satışlarında devlet % 20 oranında vergi uygulamaktadır fakat lojistik sorunlar ve rüşvet nedeniyle bu oran tahsil edilememektedir. Ayrıca çok ciddi kötülükleri de vardır. Çiftçiler daha fazla böcek ilacı kullanmaya başladığı için, ülkede ağız kanseri vakaları da tırmanışa geçmiştir. Ayrıca çiftçiler çok daha iyi fiyat alabildikleri için, başka ürünler yerine, bol su isteyen katı ekmeye devam etmişlerdir. Zaten kuraklık çeken bir ülkede, su kaynakları daha da azalıyor ve gıda ithalatına olan bağımlılık artıyor. Üstelik de dünyada temel gıda maddelerinin pahalanmakta olduğu bir dönemde.
Sosyal- Kültürel Durum
Kriz öncesinde Yemen nüfusunun neredeyse yarısı, çöküşün eşiğindeki temel sosyal hizmetler ve yüksek oranda işsizlik oranıyla yoksulluk sınırının altında yaşamıştır. Ülkede uzun süre devam eden gıda güvensizliği, yetersiz beslenme, suya erişim, temizlik ve sağlık hizmetlerine erişimde güçlükler yaşanmıştır. Zaten fakir olan ülke, çatışmalar nedeniyle daha da fakir bir ülke konumuna gelmiştir. Nitekim çatışmalar öncesinde de ülkede 10,6 milyon insan aç kalmıştır. Özellikle gıda güvensizliğinin etkilediği bu sayı dolayısıyla ülke çatışma öncesinde gıda ihtiyacının %90’ını ithal etmek zorunda kalmıştır. Nitekim çatışmaların yaşanması ve halen devam etmesi dünyanın en büyük acil gıda durumunu işaret etmektedir. Yemen’de devam etmekte olan iç savaş ülke genelinde siyasi kargaşanın yanı sıra toplumsal bir bölünmeye de yol açmıştır. Eğitim faaliyetlerinin sağlıklı sürdürülemiyor olması da ülke için uzun vadede yeni ve daha büyük sorunlara zemin hazırlamaktadır. Yemen’de eğitimden sağlığa, kültürden toplumsal yapıya kadar birçok alanda büyük sıkıntılar yaşanmaktadır. Bu sıkıntılar ülkede radikal grupların ortaya çıkışını kolaylaştırmakla kalmayıp gergin bir toplumsal yapının meydana gelmesinde de belirleyici olmuştur.
YEMEN’DE İNSANİ DURUM
İnsani kriz, büyük bir grup insanın sağlığını, güvenliğini veya refahını tehdit eden bir olay veya olaylar olarak kabul edilmektedir. Bu sene olduğu gibi, geçtiğimiz on senenin her birinde Yemen, dünyanın en kötü insani krizleri sıralamasında ilk sıralarda bulunmaktadır. Bölgenin kaynakları kalkınma için yeterli olmayınca tek çare küresel çapta yapılan insani müdahaleler olmaktadır. Yemen de bu ülkelerden biridir. 2014’te Yemen’de kurulan Sana’a Stratejik Araştırmalar Merkezi, bölgede bilgi üretimi yoluyla değişimi amaçlayan bağımsız bir düşünce kuruluşudur. 2021’de ivme kazanan Yemen insani krizi, uzun bir geçmişe dayanan olayların mirası olan yerel, bölgesel ve uluslararası mücadelelerin kötü bir meyvesi durumundadır. Son yıllarda, cephe hatları büyük ölçüde durağan hale gelse de silahlı Husi hareketi, ana yerleşim bölgeleri de dâhil olmak üzere kuzey ve orta Yemen’in yaklaşık yüzde 75’ini kontrol etmektedir. Askeri zafer elde edilmesi zaten güç bir durumken, siyasi bir çözüm için de umut gözükmemektedir. Yemen’deki ilk insani müdahale, 2004 ve 2010 yılları arasında Yemen ordusu ve Husi güçleri arasında Sa’ada vilayetinde yaşanan çatışma nedeniyle yüz binlerce insanın yerinden edilmesinin ardından gerçekleşmiştir. 2011’de Yemen’de yaşanan halk ayaklanması ve ardından Sana’a ve diğer kuzey vilayetlerinde yaşanan çatışmalar ve Arap Yarımadası’nda El Kaide’nin yeniden canlanması, yerel nüfusun yer değiştirmesine yol açmış olup daha fazla insani müdahaleyi gerekli kılmıştır. Aslında mevcut savaştan önce bile Yemen, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı İnsani Gelişme Endeksinde 187 ülke arasında 154. sırada yer alarak Orta Doğu’nun en yoksul ülkesi olarak belirlenmiştir. Ne yazık ki kalkınma sürekli çatışma, siyasi iktidarsızlık, yolsuzluk, zayıf devlet kurumları, sınırlı eğitim fırsatları ve gelişmeye direnen siyasi aktörler nedeniyle kısıtlanmıştır. Ülkede özellikle siyasi ve askeri alanlardaki olumsuz gidişat, önemli ölçüde gerilemiş durumdaki ekonomiye de yansıdı. Ekonomide kaynak kıtlığının devam etmesi, üretim mekanizmasının neredeyse işlemez oluşu, ulusal para biriminde ciddi değer kaybına ve ürün fiyatlarında artışa yol açtı. Savaş hali, siyaset ve ekonominin yanı sıra iş fırsatlarının olmaması ve gıdaya ulaşım zorluğu, Yemenlilerin maruz kaldığı zorlukları katlayarak artırdı. Ülkede 2014'ten bu yana devam eden iç savaş insani durumu daha da kötüleştirdi, can kayıplarının ve iç göçmenlerin sayısını iki katına çıkardı. Savaş ve derinleşen siyasi kriz nedeniyle hayat pahalılığının her geçen gün arttığı Yemen'de, yerel para birimi riyalde yaşanan değer kaybı da vatandaşı ekonomik boyutuyla etkilemeye devam ediyor. Savaşın başladığı 2015'te 215 riyal bir ABD dolarına denk gelirken, hâlihazırda bir dolar 1200 Yemen riyaline tekabül ediyor.Yemen’de dünyanın en büyük insani krizlerinden biri yaşanırken durum 2020 yılında iç savaş, kıtlık ve yeni tip koranavirüs nedeniyle daha da kötüye gitmiştir. Birleşmiş Milletler ve insani yardım kuruluşları 2020 yılında maddi yetersizlik, finansman eksikliği gibi sebeplerden ötürü Yemen’e yeterince yardım edememiştir. Yemen’e yönelik insani yardımlarda 2020 yılında büyük bir gerileme görülürken, BM’ye bağlı faaliyet gösteren Dünya Gıda Programı’ın, Dünya Sağlık Örgütü’nün ve Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu’nun mali kaynaklarında sıkıntı yaşanmıştır. Planlamalara göre ülkedeki insani yardım faaliyetleri için 2020 yılında 3 milyar 200 milyon dolara ihtiyaç duyulurken, Yemen’deki BM İnsni İşler Koordinasyon Ofisinden aralık ayında yapılan yazılı açıklamada bu rakamın 1 milyar 650 milyon dolarda kladığı bildirilmiştir. BM’den Eylül 2020 yılında yapılan açıklamada da Yemen’de 300’den fazla sağlık merkezince yürütülen gıda ve sağlık yardımlarının azaltıldığı ve 45 yardım programından 15’nin durdurulduğu kaydedilmiştir. Ülkede 2020 yılında çatışmaların artması ve insani yardımların zayıflaması nedeniyle açlık ve yetersiz beslenme sorunu görülmemiş boyutlara ulaşmıştı. Bu durum günden güne kötü bir hal almaya başlamıştır. Durum 2021 yılında da değişmemiş daha da kötü boyutlara ulaşmıştır. BM Dünya Gıda Programı verilerine göre Yemen'de 2021'de temel tüketim ürünleri fiyatlarına gelen yüzde 100'ü aşan zamlar da açlığın artmasında etkili oldu. Birçok bölgede çatışmaların devam ettiği Yemen’de halk daha da güçsüz duruma düşmüştür. Sağlık, eğitim ve gıda açısından oldukça zor durumlarla karşı karşıya kalmışlardır.
YEMEN’DE SON DURUM
Yemen 2015 yılında ortaya çıkan iç karışıklıkların sonucu olarak büyük bir krizin içerisine girmiştir. 7 yıldır aralıksız süren Yemen’deki bu iç savaşın, 2022’nin ilk günlerine kadar yaklaşık 377 bin kişinin hayatına mal olduğu belirtiliyor. BM İnsani İşlerden sorumlu Genel Sekreter Yardımcısı, BM Güvenlik Konseyine verdiği özete, iç savaşın sürdüğü Yemen’de finansman sorunu nedeniyle 8 milyon kişiye Mart ayında yardımın kesilebileceği uyarısını yapmıştı. Yemen’de 2 Nisan’da başlayan ateşkesin 2022’nin Ekim ayına kadar devam edeceği söylenmiştir. 2015 yılında başlayan savaştan bu yana en uzun süreli ateşkes olmuştur. BM Yemen Özel Temsilcisi Grundberg, Yemen hükümeti ve Husilerin 2 Nisan’da yerel saatle 19:00’den itibaren hava, kara ve deniz operasyonlarını 2 ay boyunca durdurmayı kabul ettiğini duyurmuştu. BM temsilcisi, Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad ile Umman’ın başkenti Muskat’ı ziyaret ederek, Suudi Arabistanlı, Ummanlı ve Yemenli yetkililerle görüşümeler yaptı. İki gün süren temaslarının ardından yazılı açıklama yapan Grundberg, çatışan taraflara Yemen halkının ihtiyaçlarına öncelik veren alternatif seçme çağrısı yaparak, savaşın yeniden şiddetlenmesinin tehlikelerine işaret etmişti. Ancak Yemen’de 6 aydır süren ateşkes 2 Ekim 2022’de son bulmuştur. Askeri kaynaklardan edinilen bilgilere göre, Dali ve Taiz kentlerindeki cephelerde hükümet güçleri ile İran destekli Husiler arasında şiddetli çatışmalar yaşandığı söylenmiştir. Husi milislerinin, Taiz’deki bazı bölgelere sızmaya çalıştığını aktaran Bahr, ordu güçlerinin saldırıyı püskürterek Husilere ağır kayıplar verdirdiğini ifade etmiştir. Öte yandan, Sana’da kaydedilen sebebi belirsiz patlamalara dair açıklama yapılmıyor. Bölge sakinleri ise bu patlamaların milislerin ülkedeki petrol tesislerini ve şirketlerini hedef almak amacıyla doğudaki bazı valiliklere balistik füzeler fırlatma girişimleri kapsamında meydana geldiğini söylüyor. Suudi Arabistan ve BAE’yi hedef almakla tehdit eden Husi milisler, aynı zamanda ülkedeki petrol tesislerini hedef alma tehdidinde bulunuyor. Husi lider Yahya Seri, Twitter’dan yaptığı açıklamada, Suudi Arabistan ve BAE'de faaliyet gösteren petrol şirketlerine tehditler savurdu. Gözlemcilerin ifade ettiğine göre, kendi amaçlarını elde etme niyetiyle küresel enerji krizini uluslararası topluma şantaj yapmak için kullanan Husi milisler, bu sebeple hayati önem taşıyan petrol tesislerini hedef alma tehdidinde bulunuyor. Ayrıca edinilen son bilgilere göre Yemenli bankacılık kaynakları, Sigortacılık Genel Müdürlüğü ve Sigorta ve Emeklilik Genel Kurumu, İran destekli Husi milislerinin kontrolü altındaki bölgelerde kamu ve özel sektörden emekli vatandaşların paralarına el koyduğunu açıkladı. Kaynaklar, Yemen hükümetinin, milis kontrolündeki bölgeler de dahil olmak üzere tüm valiliklerde devlet emeklilerinin maaşlarını ödemeye devam etmek için çalıştığı ve kurtarılmış bölgelerde mevcut olan yatırımlara devam ettiğini belirti. Ayrıca, hükümetin emekli maaşlarındaki açığı kapattığını, milislerin ise transfer komisyonu aracılığıyla kontrolleri altındaki bölgelere gönderilen maaşların yarısına el koyduğu kaydedildi.
YEMEN KRİZİ VE YARDIM İHTİYACI
Yemen Arap Yarımadasında bulunan Müslüman bir ülkedir. 2011 yılından itibaren derin bir
siyasi, ekonomik ve toplumsal kriz içinde olan Yemen’de, 2014 yılından bu yana da acımasız
bir iç savaş yaşanıyor. Ortaya çıkan bu iç karışıklıkların sonucu olarak büyük bir insani kriz ile
karşı karşıya kalmıştır. İç savaştan önce de Arap dünyasının en yoksul ülkelerinden biri olan
Yemen’de durum günden güne kötüleşiyor. Yemen, dünyadaki birçok önemli gelişmekte olan
ülkenin ekonomik ilerleme ve kültürel evrim de dâhil olmak üzere yaşamın her alanında
ilerlediği bir zamanda, sosyoekonomik, kalkınma, siyasi, güvenlik ve kültür bütünleşmesinde
büyük zorluklarla karşı karşıya. Yemen'deki gelişme yolu, elbette ülkenin ekonomik ve
kalkınmasını etkileyen acı, çatışma ve güvenlik olayları, siyasi ve askeri huzursuzluk koşulları
ile ilişkilendirilmiştir. Bu durum, kalkınma sürecini etkileyerek aksiliklere yol açmış, büyüme
sürecini zayıflatmış, ülke ekonomisini ve toplumu büyük kayıplara uğratmış ve böylece
kalkınma ve büyüme karşıtı süreçlerin finansmanında ülkenin kaynaklarını tüketmiştir. Yemen,
yerel ve uluslararası kalkınma raporlarının gösterdiği gibi, en az gelişmiş ülkeler arasında ve
insani gelişme düzeyinde en düşük kategoride yer almaya devam ediyor. Bölgede yeterli
kalkınma kaynakları bulunmamaktadır. Bu yüzden küresel çapta insani müdahaleler
yapılmaktadır. Yemen’de son yıllarda cephe hatları büyük ölçüde durağan hale gelse de silahlı
husi hareketi ana yerleşim bölgeleri de dahil olmak üzere kuzey ve orta Yemen’in yaklaşık
yüzde 75’ini kontrol etmektedir. Askeri ve siyasi bir zafer elde edilmesi oldukça zor bir hale
gelmiştir. Ancak bu savaş durmadığı takdirde insani durum günden güne daha da
köütüleşecektir. Sivil vatandaş bu krizin en büyük mağdurlarıdır. Aslında Yemen’deki ilk
insani müdahale, 2004 ve 2010 yılları arasında Yemen ordusu ve Husi güçleri arasında Sa’ada
vilayetinde yaşanan çatışma nedeniyle binlerce insanın yerinden yurdundan edilmesi ile
başlamıştır. 2011’de Yemen’de yaşanan halk ayaklanması ve ardından Sana’a ve diğer kuzey
vilayetlerinde yaşanan çatışmalar ve Arap Yarımadası’nda El Kaide’nin yeniden canlanması,
yerel nüfusun yer değiştirmesine yol açmış olup daha fazla insani müdahaleyi gerekli kılmıştır.
Aslında mevcut savaştan önce bile Yemen, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP)
İnsani Gelişme Endeksinde 187 ülke arasında 154. sırada yer alarak Orta Doğu’nun en yoksul
ülkesi olarak belirlenmiştir. Ne yazık ki kalkınma; sürekli çatışma, siyasi iktidarsızlık,
yolsuzluk, zayıf devlet kurumları, sınırlı eğitim fırsatları ve gelişmeye direnen siyasi aktörler
nedeniyle kısıtlanmıştır. Ülkede ekonominin kötü olması sebebiyle temel ihtiyaçların dahi
karşılayamayan Yemen halkıyetersiz beslenme ve olumsuz şartlardan dolayı güçsüz duruma
düşmüştür. Bunun sonucu olarak ortaya çıkan hastalıklarlada mücadele edemiyorlar. 19 milyon
kişinin gıda yetersizliğinden müzdarip oldugunu ve 161.000 kişinin kıtlık gibi koşullarda
yaşadığını, 3,5 milyon kişinin akut yetersiz beslenmeden muzdarip olmuştur. En son gıda
güvenliği verilerine bakarak, Temmuz ayında ülke genelinde yetersiz gıda tüketimi yaygınlığı
üç ay üst üste artarak Şubat 2018’den bu yana kaydedilen en yüksek seviyelere ulaştı. Üstelik
ülkedeki bu durum sadece açlıkla da bitmiyor. Bunun yanı sıra temiz su ve sağlık bakımından
yoksun olmanın sıkıntısı yüzünden artan ölümler de var. Bu duruma yardım eli uzatılmadığı
sürece milyonlarca insan canından oluyor. Bu yüzden Yemen’e destek verilmesi gerekiyor.
Uluslararası toplumu, Yemen için belirlenen insani yardım fonlarına destek ve ülkede şiddete
son vermeye çağıran Huguenin, "Şu anda kıtlığı önlemek en önemli öncelik. Kıtlığın hâkim
olmasını önlemek için herkes elinden gelen her şeyi yapmalıdır. Yetersiz beslenme hiç bu kadar
kötü olmamıştı. Yemenliler 'aç kalmıyor', açlıktan ölüyor. Ülkenin bazı bölgelerinde şu anda
dört çocuktan biri yetersiz beslenmenin yol açtığı "akut açlık" yaşıyor. Yemen'deki kıtlığı nasıl
durduracağımızı zaten biliyoruz çünkü bunu iki yıl önce dünya yardım etmeyi seçtiğinde
başardık. Bu, şiddetli beslenme yetersizliği olan on binlerce çocuk dâhil milyonlarca hayatın
kurtarılmasına yardımcı oldu. Dünya artık yardım etmemeyi seçerse, bu çocukların çoğu ve
aileleri yine açlıkla yüzleşecek." Huguenin, nihayetinde Yemen'deki krizi sona erdirmek için
siyasi çözüm gerekeceğinin altını çizerek "Aynı zamanda Yemen’in harap ekonomisi için
güvenilir bir destek gerekiyor. Bu arada milyonlarca kişinin hayatta kalmak için insani yardıma
ihtiyacı olacak." ifadelerini kullanmıştı. Yemen’de 16 milyondan fazla kişi açlıktan ölme riski
taşıyor. Yemen riyalindeki değer kaybı ve hiper enflasyon ekonomiyi çöküşün eşiğine getirmiş
durumda. Gıda fiyatları bu yıl ülkenin her yanında iki kattan fazla arttı. Daha da kötüsü
Yemen’e yapılan yardımlar son yıllarda gittikçe azalmaya başladı. Birleşmiş Milletler Dünya
Gıda Programı (WFP), mali sıkıntı içinde olduğu için Yemen'deki açlık çeken insanlara yönelik
yaptığı yardımı azaltmak zorunda kaldığını bildirmişti. Ocak 2021 yılında yapılan açıklama da
8 milyon Yemenliye verilen günlük gıda miktarı yarıya düşeceğini bildirmişti. Yemen'in
başkenti Sana'dan yeni dönen bir Gıda Programı görevlisi BBC'ye yaptığı açıklamada, yeteri
kadar mali kaynak olmazsa, her an açlığa düşme tehlikesiyle karşı karşıya bulunan 5 milyon
kişinin de günlük gıda yardımlarını kaybedebileceklerini söyledi. Dünya Gıda Programı,
elindeki gıda stoklarının çok azaldığını ve yakında daha fazla kesinti yapmanın kaçınılmaz hale
geldiğini bildirmişti. "2022 Küresel Gıda Krizi" başlıklı rapora göre, çatışmalar, aşırı hava
koşulları ve COVID-19 salgınının ekonomik etkileri sebebiyle ülkedeki insani kriz çok kötü
seviyelere ulaştı. Bu yüzden acil temel gıda ile yardımlarına başlanılması gerekiyor. Sadece
gıda yardımı ile kalmamalıdır. Çünkü çekilen sıkıntı sadece açlıkla bitmiyor. Bunların yanı sıra
temiz su ve sağlık bakımından soksun olmanın sıkıntısı yüzünden artan ölümlerle de var. El
uzatılmadığı sürece durum daha da kötüleşecektir. Bu yüzden Yemen’e destek verilmesi
gerekiyor. Gıda yardımı, su yardımı, tıbbi malzeme yardımı, eğitim ve giyecek yardımı öncelik
verilecek yardımlar sıralanarak belirli bir liste halinde yapılması gerekmektedir