
19.06.2023
KIBRIS- Dr. Devrim Şahin & Neriman Çakır
Doğu Akdeniz’de farklı oyuncuların farklı zamanlarda müdahil olarak kendi hamlelerini yaptığı çok oyunculu çok boyutlu ve dinamik bir satranç oyunu oynanıyor. Rusya’nın Suriye’deki varlığı Doğu Akdeniz’in sıcak sularında bir soğukluk hissettiriyor. ABD ise Kıbrıslı Rumlar ve Yunanistan ile askeri işbirliğini artırmış durumda. Öte yandan, Çin’in Güney Kıbrıs’taki liman yatırımı ile ekonomik temelli bir yumuşak güç girişimi stratejisi izlemesi, Pekin’in bölgenin geleceği ile daha çok ilgili olacağına dair sinyaller veriyor. Bölgedeki bu gelişmeler küresel olarak yaşanan güç dönüşümünün bölgesel bir yansıması olarak tezahür ediyor.
Soğuk Savaş dönemi hatırlandığında ABD ile Sovyetler Birliği arasındaki süper güç rekabetinin Kıbrıs’ta dengeleri belirlediği rahatlıkla iddia edilebilir. 1929 Ekonomik buhranından sonra İngiltere’nin hegemonyası iyice zayıflarken; ABD İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan ve patronluğunu yaptığı NATO’yu kullanarak hem ekonomik hem de askeri üstünlük kuruyor ve kendi hegemonyasını dünyaya dayatıyordu. Bu bağlamda, 1950’li yılların sonlarına doğru Kıbrıs’ta Rumların İngiliz yönetimine karşı başlattığı ENOSİS hareketi ve adanın NATO üyesi Yunanistan’a bağlanması, Süveyş Kanalı’nın kontrolünü İngiltere’den almak isteyen ABD’nin çıkarları doğrultusundaydı. O dönemlerde yaşanan güç savaşı ile ilgili bir ipucu ise Süveyş Kanalı’nın Mısır tarafından millileştirilmesinden sonra kanalı Fransa ve İsrail ile birlikte işgal eden İngiltere’nin, ABD zoruyla bir günde geri çekilmek zorunda kalması!
1960
yılına gelindiğinde iki toplumlu ortaklığa dayanan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin
kurulmasıyla Doğu Akdeniz’de sular duruluyor gibi olsa da; Kıbrıs Türk
otoriteleri 1963 yılından başlayarak artan Rum EOKA’cıların terör eylemleri
karşısında makamlarından bir daha dönmemek üzere ayrıldılar. Rumlar tarafından
ihlal edilen Anayasal düzeni tekrar oluşturmak için müdahale etmeye hazırlanan
Türkiye ise ABD Başkanı Lyndon B. Johnson imzalı ve 5 Haziran 1964 tarihli bir
mektup ile durduruldu. Mektup Türkiye’nin müdahalesi durumda NATO’nun kendisini
olası bir Sovyet reaksiyonundan korumayacağını ve Amerikan silahlarının
Kıbrıs’a müdahalede kullanılamayacağını uyarıyordu. ABD’ye göre böyle bir
müdahale Soğuk Savaş parametrelerinde Türkiye ve Yunanistan gibi iki önemli
NATO ülkesini birbiri ile savaşa sokabilirdi. Bunun NATO’nun caydırıcılığına
vereceği zarar ABD için kabul edilemezdi.
Türkiye’de o dönemlerde kendisine yönelik en büyük tehdit olarak algıladığı Sovyet yayılmacılığına karşı NATO korumasına güvendiğinden, Washington’un Ankara üzerinde çok büyük bir etkisi ve gücü vardı. Mektup Türkiye’yi durdurmaya yetti ama Ankara tarafından tüm güvenliğin NATO’ya emanet edilemeyeceği ve ulusal bir savunma sanayine ihtiyaç olduğu konusunda bir not olarak alındı. Bir diğer etki ise ABD’nin de Kıbrıs meselesine dâhil olması oldu. Burada şu notu düşmek gerekiyor: dönemin Türkiye Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’ye yakın çalışma arkadaşları, Ankara’nın NATO’da müttefiki olan ABD’yi meselenin içine çekebilmesini büyük bir diplomatik bir başarı olarak değerlendirirler.
1974’te Yunanistan’da askeri cuntanın Kıbrıs’ta darbe girişiminin üzerine, uzun yıllardır yaptığı hazırlığı tamamlayan Türkiye garantörlük hakkını kullanarak adaya bir askeri müdahalede bulundu. Sonrasında bir Türk-Yunan savaşı önlenebilse bile, Yunanistan üyesi olduğu NATO’dan kendisini korumadığı bahanesiyle çekildi. Yunanistan sonradan NATO’ya geri dönmek istese bile Türkiye tarafından veto ediliyordu. Ancak 1979 yılında meydana gelen İran Devrimi ve ardından Sovyetler Birliği’nin Afganistan’ı işgali, Yunanistan’ın NATO’ya dönüşünü ve NATO Güney Kanadı’nın en önemli üyelerinden olan Türkiye’nin siyasi ve ekonomik istikrarının sağlanmasını Amerika için olmazsa olmaz yaptı. ABD Ulusal Güvenlik Konseyi Türkiye Masası Sorumlusu Paul Henze'ye “senin çocuklar işi bitirdi” şeklinde bildirilen 1980 darbesinden sonra, Kenan Evren’in ilk icraatı bir telefon emriyle Yunanistan’ın NATO’ya dönüşüne onay vermesi oldu.
Sovyetler Birliği’nin 1991 yılında dağılmasından sonra ise Samuel Huntington’un “Medeniyetler Çatışması” tezinde ifade ettiği şekliyle donmuş krizlerin erimesi ile Kıbrıs Sorunu tehlikeli bir hal aldı. Kıbrıs Sorununu daha da karmaşık bir hale getiren ise Rum liderliğinin tek taraflı temsil ettiği Kıbrıs Cumhuriyeti’nin 1 Mayıs 2004’te Avrupa Birliği’ne (AB) üyeliği ile AB’nin Kıbrıs denklemlerine dâhil olması oldu. Kıbrıs Cumhuriyeti’ni tanımayan Türkiye, Kıbrıs Rum Liderliği ile olan meselelerinde AB’nin karşısında buldu. Ancak, Ankara da Kıbrıs’ın NATO’ya girişini veto ediyor ve böylece Kıbrıs sorunu NATO’nun AB’ne paralel genişlemesine engel oluyor.
ABD- Türkiye Arasında
Tezkere Krizi'nin Etkileri Sürüyor
Kıbrıs’ı etkileyen diğer bir önemli gelişme ise 1 Mart 2003’te Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Kuzey Irak’a gönderilmesi ve yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye'de bulunması üzerine olan tezkerenin TBMM’de reddedilmesi sonrası Türkiye-ABD ilişkilerinde yaşanan kriz oldu. Tezkere Krizi sonrası devletler nezdinde, askerler nezdinde, kamuoyu ve medya nezdinde yaşanan çok boyutlu kırılmalar oldu. İlişkilerdeki kırılma iki ülke arasındaki karşılıklı çıkarların korunması manasına gelen stratejik ortaklığın erozyonunu hızlandırdı. ABD’de eskiden Ankara’yı ilgilendiren PKK, Kıbrıs veya Ermeni Meseleleri gibi önemli bir mesele söz konusu olduğunda en önce Pentagon Türkiye’nin lehine olacak şekilde konuyla ilgilenir ve Türkiye’nin bayrağını taşırdı. Ancak, artık Türkiye’nin dosyaları ayrıcalıklı statüsünden çıkarılarak tüm ülkelere bakan ABD Dışişleri Bakanlığı’na devredilmiş durumda. Bazı çevreler bugün bile hala Pentagon’un o tarihten kalan hınçla Türkiye’ye yaklaştığını savunuyor. Kanıt olarak ABD’nin silahlı Kürt gruplar ile kurduğu ilişkiler, Amerikan Senatosu’nda Ermeni Soykırımı yasa tasarısının geçmesi ve Ege ile Doğu Akdeniz’de Rum/Yunan tarafının lehine denge kurucu yaklaşımını bozması örnek olarak gösterilebilir.
Doğu Akdeniz, Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi bugün de, NATO bağlamında uluslararası boyutları olan önemli bölgedir. Nasıl 1970’li yıllarda Sovyet tehdit algılamasına karşı Yunanistan’ın NATO’ya dönüşü önemli ise bugün de İran tehdit algılamasına karşı İsrail ile Kıbrıs’ın NATO’ya katılması önemlidir. Ancak, ABD’nin Doğu Akdeniz’de deniz alanları ile ilgili meselelerde İsrail, Yunanistan, Kıbrıs Rum Liderliği ve Mısır arasındaki ittifaka verdiği destek yalnız bölgesel değil küresel bir kriz tehlikesi doğuruyor. Yunanistan ve Kıbrıs Rum Liderliği, Kıbrıs’ın geleceği hakkında Türkiye ile yaşadıkları ihtilafta ABD desteğine ihtiyaç duyarken, İsrail ile kurdukları ittifak ABD’deki itibarlarına katkı sağlıyor. Lobiler ile teşkilatlar tarafından Türkiye'ye karşı sert tavır almaya zorlanan ABD ise Türkiye karşıtı ittifakın yanında duruyor. Bunun yanı sıra ise, Türkiye gibi bir NATO ülkesinin Rusya ile yakınlaşması, NATO'da olmasa da o camiaya mensup olan İsrail ve Kıbrıs Rum Liderliği ile sıcak askeri temasa girme olasılığı ABD’yi oldukça rahatsız ediyor.
Ankara - Atina Ortak Kazanımlara Odaklanmalı
ABD Rum-Yunan ikilisi ile askeri stratejik işbirliğini artırırken, Türkiye ise Rusya ile yakınlaşarak kendi güvenliğini sağlamaya ve Türk-Yunan dengesini korumaya çalışıyor. Bir yandan da ulusal savunma sanayisini güçlendiriyor. Yunan Kathimerini gazetesi Türkiye’nin savunma sanayisinde faaliyet gösteren firma sayısının 2002 yılında 56 iken günümüzde 500’e yaklaşmasına dikkat çekiyor. Ayrıca Rusya-Ukrayna savaşı, ABD’nin Doğu Akdeniz ve Orta Doğu’da ki stratejik kısıtlanması, Çin’in kritik jeopolitik bölgelerde daha fazla müdahil olması gibi gelişmeler güç dengelerini ciddi bir şekilde değiştiriyor. Tabiatıyla, çok boyutlu bir satranç oyununu andıran Doğu Akdeniz bölgesi çok boyutlu bir diplomasi hamleleri gerektiriyor. Buna imkân sağlayan bir gelişme ise Kıbrıs Rum Kesimi ve Türkiye’deki seçimlerden sonra 25 Haziran’da Yunanistan’da seçimlerin bitmiş olması. İç politikadan arındırılmış bir dış politika imkânı manasına gelen bu gelişme, Ankara ve Atina için birbirleriyle güç savaşı halinde olmak yerine ortak kazanımlara odaklanma fırsatı sunuyor.
Bazı
akademik çevrelere göre ise, Türkiye ile Yunanistan ABD-Rusya çekişmesinde
taraf olmak yerine bölgesel olaylarda kendi çıkarlarına göre stratejiler
belirleyebilirler. İki ülke böylece içinde bulundukları üst kuruluş veya
stratejik ortaklıkların içinde de daha çok anlam bulabilirler. Ancak, bunun
için ilgili tüm tarafların bugüne kadar sürdürdüğü deyim yerindeyse, Yunancası
“Na to kefari, na to mermari”, Türkçe’ de ki kullanılışı ise “nato kafa, nato
mermer” olan anlayışlarını değiştirmeleri gerekiyor. Yani karşı tarafın kaybı
bizim kazancımızdır anlayışını bırakıp, herkesin ortak çıkarlarına olan
işbirlikleri gerçekleştirmek için çabalamaları gerekiyor. Böyle bir işbirliği,
NATO üyesi olan Türkiye ve Yunanistan’ı ve bu iki ülkeden bire bir etkilenen
Ege, Doğu Akdeniz ve Kıbrıs meselelerini olumlu etkileyecektir.